"Adil bir hükümet ancak yurttaşlarının iradesiyle ortaya çıkar ve bunun adı Cumhuriyettir."
Sözleşmeci kuram geleneğinin savunucusu Fransız düşünür JeanJacques Rousseau'nun siyaset felsefesi içerikli temel eseri olan Toplum Sözleşmesi’nin içindeki en paha biçilmez sözdür.
1762’de Amsterdam’da yayınlanan Toplum Sözleşmesi'nin bu efsane sözü günümüz dünyasının devlet yönetimlerine de ilham olmuştur.
Peki devlet Cumhuriyet ile yönetilirken, onu yönetmeye talip olan siyasi kurumlar yani partiler nasıl yönetiliyor?
En çok eleştiri alan AK Parti, yanında MHP hatta HDP, muhafazakar siyasi geleneğin izinde tamamen merkeziyetçi biçimde yönetilirken, Cumhuriyet Halk Partisi ise daha katılımcı bir süreçle Kurultay'a gidiyor.
Bir başka deyiş ile gidiyordu...
Cumhuriyet'i kurduğunu her fırsatta söyleyen bir partide, temel yönetim biçimi demokrasi olmalıdır. Ancak görüyoruz ki CHP tabanından yükselen çok ciddi bir feryat var. Üstelik bu istek demokratik!
Özetle;
"Düne kadar ülkeyi yüzde 50 ile yöneten AK Parti'ye geriye kalan yüzde 50'yi dikkate almamakla suçlayanlar, bugün CHP'deki yüzde 50'yi yok sayarak yönetimler oluşturunca iktidardan ne farkları kalacak?"
diyorlar...
Partide İstanbul İl Başkanlığı ve organları ile Kurultay Delegeliği sürecinde giderek gerginleşen ortamın nasıl bir sonuç vereceği bilinmezken, muhaliflerin "İstanbul'u tek başınıza almış gibi davranmayın. Sizin kadar bizim de emeğimiz var" sözleri sosyal medyada en fazla beğeni toplayanlar sıralamasına giriyor.
Gerçekten de öyle mi?
CHP Genel Merkezi, İstanbul'u kendi isteği doğrultusunda mı dizayn ediyor?
Açıkçası öyle!
İlçe başkanlıkları seçimlerinde yaşanan kıyasıya rekabete bakınca İl başkanı kadar, birkaç belediyenin de etkin olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz. Canan Kaftancıoğlu, Battal İlgezdi ve Erdoğan Toprak bu sürecin öndeki figürleri olsa da partinin 14 belediyesi de farklı bir taraf ile hareket ediyor.
Kaftancıoğlu ekibi "İstanbul'u alan örgütüz" derken, başarılı belediye başkanları "Bizim oylarımızı yabana atmayın" diyor. Erdoğan Toprak "Ayaklar baş olamaz" söyleminde... Hepsinden öte Kılıçdaroğlu ise sandığa CHP oyu kadar oy çektiği gerçeğini masaya sürerek "Kozlar bende" vurgusu yapıyor.
Genel Başkan "Tek adam" suçlamalarına onay verircesine Haliç Kongre Merkezi'ndeki toplantıda "Canan Hanım ile bir dönem daha" diyebiliyorsa, artık CHP'de kavganın tarafı belediye başkanları ya da siyasi figürlerden çok Kemal Kılıçdaroğlu olmuştur.
Peki karşı tarafı kim ya da kimler olacak?
Kemal bey örgütünden 2109 seçim başarısına rağmen bu kadar tepki alıyorsa, CHP liderliği gerçekten zor bir dönem yaşayacak diye düşünüyorum.
Yaklaşık 200 delegesi olan İstanbul'dan Kurultay'a güçlü gitme hesabı yapan Kılıçdaroğlu'na Anadolu'yu hatırlatmak isterim. Kalan 1100 civarındaki delegenin bakışını nasıl ölçecek.
Parti Meclisi üye sayısının yetersizliği ortada iken hiçbir değişime açık olmamak tepkiyi de büyütmek olacağından muhaliflerin yükselen sesinin giderek bir isyana dönüşebileceğini söylemek her halde felaket tellallığı olmayacaktır.
Kurultayı ne pahasına olursa olsun alırken, partiyi ciddi bir çalkantıya sürüklemek...
Dimyat ile pirinç hikayesi geldi aklıma...
Özlü bir söz ile başladık. Yine öyle bitirelim.
Ahmet Hamdi Tanpınar demiş. İyi demiş...
Hiç kimse değişime karşı değildir, yeter ki ucu kendisine dokunmasın.
Kalın sağlıcakla...